Ana Sayfa Haber Şafak Tunç Yazdı: Ramazan Geldi; Aşk ve İman Padişahının Sancağı Erişti!

Şafak Tunç Yazdı: Ramazan Geldi; Aşk ve İman Padişahının Sancağı Erişti!

27 dk okunur
0
27
1,340

Tarih alanında yazmış olduğu kitaplarla okurların büyük beğenisini kazanan Tarihçi-Yazar Şafak Tunç, Kitap Magazin okurları için yazdı: Ramazan Geldi; Aşk ve İman Padişahının Sancağı Erişti!

Ramazan Geldi; Aşk ve İman Padişahının Sancağı Erişti!

Kur’ân-ı Kerîm’de adı zikredilen ve önemi vurgulanan yegâne ay ramazan ayıdır. Müslümanlarca sabır, ibadet, rahmet, mağfiret ve bereket ayı olarak kabul edilen, ramazan ayı bu sene salgın dönemine rast geldi. Elbette bunda da nice hikmetler olduğu muhakkaktır.

Hz. Mevlâna’nın buyurduğu gibi: Orucun bazı zorlukları varsa da, yüzlerce çeşit hüneri de vardır. Oruç; şeytanı ve nefsi güçsüz ve etkisiz hâle getirir, maddî ve manevî açıdan temizliği gerçekleştirir, gönlü bedenî isteklerin tahakkümünden kurtarır, nefsi kirlerinden arındırır, ruhu özgürleştirir, gönül gözünü açar, manevî görüşü artırır, sabrı öğretir, bedenî hastalıklardan korunmanın yollarını öğretir, insanın insanlığı olgunlaşır, manevî rızıklara ulaştırır, Allah”a yakınlaştırır.

Ramazan ayı, diğer Müslüman milletlerde kendine has bir kültür meydana getirdiği gibi Müslüman Türk milletinin hayatında da oldukça önemli bir yere sahiptir. Hatta Osmanlı Devleti döneminde, Türk milleti kendine mahsus bir “Ramazan medeniyeti” meydana getirmiştir denilebilir. Bu medeniyete ait izlerin bazıları, az da olsa, günümüze kadar devam edebilmiştir.

Tarih bir milletin şuurudur. O şuuru oluşturan ve geçmişi geleceğe bağlayan eskiye ait olan unsurlar toplumsal hafızada yaşadıkça insanları birbirine bağlar. Böylelikle birey ve toplum arasında köprüler kurulur.

İnsan sosyal bir varlık olduğundan çevresinden bağımsız değerlendirilemez. O yüzden kişinin toplum ile sağlıklı ilişkiler kurması icap eder. İşte Ramazan ayı insanlara bu fırsatı sunar. Sadece kendi dindaşları ile değil diğer inanç mensupları ile de sağlıklı ilişkiler kurulmasında Ramazan ayı bir fırsattır.  Özellikle şu günlerde bütün dünyada yaşanan salgından dolayı sosyal ilişkilerin azalması geçmişi daha özlemle anmamıza vesile olmaktadır.

Peygamberimizin (s.a.v) Mekke’den Medine’ye hicretinden iki yıl sonra farz kılınan Ramazan orucu yaklaşık olarak 1500 senedir dünyanın pek çok yerinde yoğunluklu olarak İslam coğrafyasında varlığını sürdürmektedir. Her toplum ve kültür kendi gelenekleri ile harmanladığı Ramazan anlayışı içerisindedir.

Geniş İslam diyarlarında asırlardır yaşanılan Ramazan ayını “Nerede o eski Ramazanlar” diyerek direklerarası eğlencelerine, kantoya, Darülbedayi ve ortaoyuncularına bağlamak pek doğru olmasa gerekir. Esasta bunların bir kısmı Müslüman Osmanlı kültürüne yakın zamanlarda girmiş olan eğlencelerdir. Bu türden eğlencelerin Ramazan ayı ile ne gibi bir ilgilerinin olduğu da meçhuldür!

Ramazan ayında oruç ibadeti ile birlikte iftar davetleri verilmesi mukabele yapılması, teravih namazı kılınması, zekât ve fitre verilmesi gibi ibadetlerin yerine getirilmesi Ramazan ayının Müslümanların birbirleri ile olan münasebetlerini kuvvetlendiren sosyal bir yönü olduğunu da göstermektedir. Hiçbir inançta Ramazan ayının niteliğine yaklaşan onun kadar çok yönlü, toplumun yaşayışında önemli bir yer tutan, etkileri yaygın bir cemiyet müessesesi bulunmamaktadır.

Osmanlı Devleti’nde Ramazan’ın yaklaşması ile birlikte başta saray olmak üzere hemen herkesi bir hareketlilik sarardı.  Evlerde ve camilerde temizlik yapılması, alış-verişe çıkılarak eksiklerin giderilmesi, devletin ilgili kurumlarınca Ramazan ayının selameti için bir takım tedbirlerin alınması,   halkın dikkat etmesi gereken bir takım kuralları ihtiva eden Tembihnameler yayınlanması, Hırka-i Saadet ziyaretleri için hazırlık yapılması, mahya hazırlıklarına girişilmesi, Medrese talebelerinin cerre çıkması vs. gibi hazırlıklar ile Ramazan ayına hazırlık yapılırdı. Bu salgın günlerinde eski bir geleneği canlandırmak adına belki de sosyal yalıtımın sağlanması ve Ramazan ayının nasıl geçirilmesi ile ilgili “Tembihnameler” yayınlanabilir.

On iki aylık bir sene içinde Ramazan ayı müminlere zahmet olsun diye değil rahmet olsun diye gelmiştir.  Oruç, Allah rızası için insanın sevdiği şeylerden feragat etmesidir.  Hz. Mevlâna şöyle buyurur: “Açlık zahmeti bütün illetlerden daha iyidir. Hele açlıkta yüzlerce fayda, yüzlerce hüner olursa… Kendine gel, açlık ilaçların padişahıdır. Açlığı canla başla kabul et. Onu sakın hor görme.”[1]

Osmanlı Zamanında İstanbul Ramazanları 

Osmanlı Devleti zamanında mübarek Ramazan ayı ayrı bir hassasiyetle idrak edilirdi. Bu aya büyük bir hürmet gösterilir neşe ve mutluluk ile karşılanır, maneviyat en üst noktaya erişirdi. Ramazan ayı başlamadan birkaç gün önce insanların bu ayı daha rahat ve huzurlu bir şekilde geçirebilmeleri için devrin yöneticileri tarafından bazı kurallar halka duyurulurdu. “Tembihnâme” adı ile bilinen bu yönetmeliklerde halka çeşitli uyarılar ve duyurular yapılırdı. Akşam ezanına yakın bekçiler: “Tembih var akşam camiye buyurun” diye sopalarını kaldırımlara vura vura yüksek sesle ünleyerek mahalleyi dolaşır, herkese haber verirlerdi. Akşam namazından sonra da imam efendi tembihi halka bildirirdi. Şuhûr-ı selâse yani üç aylar (Recep, Şaban, Ramazan) İstanbul şehrini bir nevi sürura gark ederdi. [2]

Tanzimat’ın ilanından sonra yayınlanan bir ilanda şunlara yer verilmişti: “Padişahımızın camilere teşrif buyuracağı umulduğundan, herkesin edep dâhilinde hareket edeceğinden şüphe etmiyoruz. Herkesin intizamla camiler ve diğer yerlerde vakit geçirmelerine diyecek yoktur. Ancak çarşı içinde, Beyazıt ve Şehzadebaşı’nda, Doğruyol üzerindeki dükkânlarda halkın birikmesi yasaktır. Geceleri büyük caddelerde iskemle ile sokak ortalarında, halkın gidip gelmelerine mani olacak şekilde oturmak yasaktır. Kurallara uyula!… Arabalar arasında dolaşıp arabalı ve arabasız gelen geçen kadınlara insanlık terbiyesine aykırı hareket edenler olursa cezalandırılacaklardır. Arabalar da Beyazıt ve Şehzadebaşı’nda Sokak ortalarında durmayıp gezeceklerdir. Halkın, hele kadınların elbiselerine dair evvelce ilân edilen kararlar bilindiğinden herkesin bu tembihlere uyması ve hilafına hareket etmemeleri icap etmektedir.”

Osmanlı ülkesinde Ramazan ayı geldiğinde hem çalışanların rahat edebilmesi hem de azalan iş yoğunluğunu dengeleyebilmek adına mesai saatlerinde değişiklikler yapılmıştır.

Ramazan elbette ki bütün Müslüman memleketlerinde olduğu gibi Osmanlı şehirlerinde de büyük bir önem verilerek kutlanıyordu. Ancak bu Osmanlı şehirleri içinde İstanbul’un ayrı bir yeri ve önemi vardı. İstanbul’da Ramazan ayının daha zengin bir kültürle ve özenli bir biçimde yaşanmasının en önemli sebebi imparatorluğun payitahtı olmasıdır. İmparatorluk başkentlerinin en önemli niteliği sosyal ve gündelik hayata çeşitlilik ve ince bir zarafetin hâkim olmasıdır. İstanbul’daki Ramazan medeniyetinin görkemli olmasının diğer bir sebebi de Osmanlı İmparatorluğu bünyesindeki farklı etnik kimlikleri barındırıyor olmasıdır.

623 yıl hüküm süren Osmanlı Devleti döneminde Ramazan Ayı ayrı bir hassasiyetle idrak edilirdi. İftar¸ Sahur¸ Diş Kirası¸ Saray’ın En görkemli Ramazan Sofraları… Kısacası Ramazan¸ Osmanlı’ya bir başka uğrardı…

Eskiden buzdolapları olmadığı için evlerin güneş almayan soğuk ve karanlık olan bir iç bölümünde kiler bulunurdu. Bu kilerlere kışlık erzak ve ramazan ayında tüketilmek üzere önceden alınan yiyecekler muhafaza edilirdi. Yaz  Ramazanları için ayrı kış Ramazanları için ayrı hazırlık yapılırdı.  Eskiden hazır gıdalar bulunmadığı için Ramazan Ayı boyunca yenilecek yiyecekler önceden ayarlanır ve hazırlanırdı.[3]

Osmanlı’da oruç açmak büyük bir merasim idi. Ne yemek yapılacağı¸ neyin ne zaman sofraya geleceği ve hangi yiyeceğin ne zaman sofrada yeneceği belliydi. İftar sofrasında oruç¸ iftariyeliklerle açılırdı. Damak lezzetine hitap edecek tüm iftariyelikler ayrı ayrı yerlerden alınırdı. Çeşit çeşit peynirler, siyah ve yeşil zeytinler, farklı kaplarda gelen rengârenk mis kokulu reçeller, börek, pastırma, hurma ve ekmek yerine bir Ramazan klasiği olan pide veya tatlı bir ekmek çeşidi olan nohut ekmeği iftariyeliklerin en başta gelenlerinden idi. İftariyeliklerin ardından çorba servise sunulur ve çorbalar bitirildikten sonra et, sebze ve nadiren balık yemeği sofrayı donatırdı.

Sahurlar için ev makarnaları, erişteler, keteler, çörekler, pastalar; iftarlarda iftariyelik olarak kullanılmak üzere yaz meyvelerinden veya kış meyvelerinden reçeller, çeşit çeşit turşular, pastırmalar, sucuklar, hurma, incir gibi kuru meyveler ve daha pek çoğu daha önceden hazırlanırdı. [4]

Ramazanın baş tatlısı olan güllaç, baklava, kadayıf, sütlü tatlılar ve bunun gibi pek çok tatlı ana yemeklerden sonra afiyetle yenirdi. Tüm bu yiyeceklerin pişirilmesi, sofraya getirilmesi, sofradan kaldırılması adabına göre gerçekleştirilir, sofraya hizmet eden de sofradan yemek yiyen de iftara hürmet ederdi.

Payitaht olması ve kültür-sanata kaynaklık etmesi gibi sebeplerle her konuda Anadolu’ya da örneklik ve önderlik eden İstanbul’un Ramazan âlemi pek hoş geçer, herkes gündüzleri, çoğu vaktini camilerde Kuran-ı Kerim, vaaz ve nasihat dinlemekle geçirir, bir gün kutsal bir kabri ziyarete gider, ertesi gün, ikindiyi Fatih’te kılmayı tasarlardı. İlk cumayı Eyüp’te kıldıysa ikinci hafta Ayasofya’ya koşar, bu ibadetler şüphesiz kalbinde ferahlık ve mutluluk uyandırırdı.[5] Sıradan zamanlarda sükûnet içinde olan İstanbul’un semtleri, Ramazan’da zevk ve eğlence merkezi gibiydi. Gazeteler, Ramazan için, halka hoşça vakit geçirmelerine hizmet edecek makaleler, fıkralarla dolu çıkar, iftardan sonra büyük-küçük, çoluk-çocuk sokaklara dökülür, saat altı yedilere kadar bir zevk ve meserrettir giderdi. [6]

Ramazanda sergiler için cami avlularında kulübeler kurulurdu. Tespihçiler faaliyete ve birbirine rekabete koyulurdu. Reji idaresi Ramazan’a mahsus sigaralar ve ayrıca tütünler hazırlatır ve Beyazıt sergisindeki barakadan satış dükkânını tezyin ettirirdi. Hereke fabrikası mamulâtını teşhir etmek ve satmak için dükkânını süslerdi. Feshâne-i Âmire’de bir memur mümtazı olan meşhur ve muhterem Fesçi Osman Efendi eliyle fesleri sattırırdı.

Şüphesiz bütün bu güzelliklerin çoğu mazide kalmış olup bugünün insanı geçmişle giden birçok güzelliğe hayıflanmaktadır. Son zamanlarda herkesin ‘Ah o eski Ramazan’lar’ hayıflanması ise psikolojik bazı sebeplere dayandırılabilir. Evet, dünkü Ramazan’lar şüphesiz daha muhteşemdi. Çünkü her neslin geçmişi ve dünü, dünde yaşadığı olaylar daima daha kıymetli ve daha ilgi çekicidir. İnsanın çocukluğuna özlem duyması da benzer bir psikolojidir. Ancak önemli olan hep geçmişe hasret değil, geçmişle geleceği birleştiren bir Ramazan idrakine kavuşmaktır. Çünkü eskiyen, yıpranan, Ramazan değil; Ramazan’ları her zamandaki tecellisiyle ruhunda canlı tutamayan insandır.

ŞAFAK TUNÇ

Tarihçi-Yazar

İstanbul Uzmanı

Şafak Tunç Kimdir?

Şafak Tunç, 9. Sınıf Yardımcı Kitaplar, Araştırma – İnceleme, Edebi Eserler kategorilerinde eserler yazmış bir yazardır.

Başlıca kitapları alfabetik sırayla; 9. Sınıf Tarih Soru Bankası, Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye, Doğru Tarih Kur’an, Geçmişin Kehaneti Ayasofya İstanbul’un Antik Gizemi, Sultan 2. Abdulhamid Han olarak sayılabilir.

Şafak Tunç kitapları; Kafadengi Yayınları, Motto Yayınları, Yediveren Yayınları aracılığıyla kitapseverlerle buluşmuştur.
Şafak Tunç tarafından yazılan son kitap “9. Sınıf Tarih Soru Bankası”, Kafadengi Yayınları tarafından okurların beğenisine sunulmuştur.

Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye

Evrensel devlet tanımlanırken ebedi ve ölümsüz olduğuna dair kuvvetli bir inanış söz konusudur. Bu inanış Osmanlı Devleti’nde “Devlet-i Ebed Müddet” olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak bu düşüncenin kökleri Tanrıdağları’ndan kopup gelen ve çok geniş bir coğrafyada egemenlik kuran Türklerin efsanevi Hakan’ı Oğuz Han’a kadar uzanmaktadır.

Osmanlı Devleti yönetici soyu olan Osmanoğulları “KAYI” boyundan gelmekle Oğuz neslinin taşıdığı “KUT”u, İstanbul’un fethi ile ROMA İmparatorluğu’nun taşıdığı evrensellik mirasını, halifeliği bünyesine almakla da İSLAM DİYARLARININ HİYERARŞİK ÖNDERLİĞİNİ kendisinde toplamış ve bu eşsiz mirası Ortaçağ’dan Yakınçağ’a kadar taşımayı başarabilmiştir.

Osmanlı Devleti’nin “Cihan-şümûl /evrensel” olarak kendi şahsında temsil ettiği evrensel miras, Osmanlı tarihinin uzun süren tarihi içerisinde meydana gelen olaylara farklı bir bakış açısı ile bakılmasını zorunlu kılmaktadır

İnsanlık tarihi boyunca devletlerin sahip oldukları güç nispetince halkın nazarında bazen korku bazen sevgi ile karışık itaat bulmuştur. Devletin görkemi halkın itaati ile doğru orantılıydı. Ancak günümüzde “evrensel devlet” olma arayışının “evrensel zorbalığa” dönüştüğü ile ilgili ciddi şüpheler vardır.


(Tanıtım Bülteninden)

Kitabı incelemek ve satın almak için tıklayınız!

Kaynakça

[1] Mesnevî V. Cild, 2831 numaralı beyit.

[2] Evvel Zaman İçinde İstanbul Ramazanları, Ahmet Semih Mümtaz. Hazırlayan: İsmail Dervişoğlu. Kurtuba Kitap. İstanbul 2009. syf. 20.

[3] Özden, H. Ömer. “Türk Ramazan Kültürü.” Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi 12.30 (2006). S. 86.

[4] Özden, H. Ömer a.g.e., s. 86.

[5] Mehmed Süleyman, “Ramazan Geceleri”, Maarif Ramazan-ı Şerife mahsus Nüsha I, 23 Mart 1308, Aktaran; Necdet Sakaoğlu, “1892 Ramazan’ı’nda Direklerarası”, Tarih ve Toplum, Nisan 1990,sy. 76, s. 51. Halil İ. Önder, Ramazan Musıkisi. Yüksek Lisans Tezi. İstanbul 2010. Danışman: Doç. Dr. Ahmet Hakkı Turabi, syf 17.

[6] Orhan Okay, Bir başka İstanbul, Kubbealtı Yay. İst. 2002, s. 184. Halil İ. Önder, Ramazan Musıkisi. Yüksek Lisans Tezi. İstanbul 2010. Danışman: Doç. Dr. Ahmet Hakkı Turabi, syf 17.

Daha İlgili Makaleler Yükle
Daha Yükle Haber Servisi
Daha Fazla Yükle Haber

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Okumanda fayda var!

İzzet Keribar’dan Renklerin Yolculuğu Sergisi İstanbul Modern’de

İzzet Keribar’dan Renklerin Yolculuğu Sergisi İstanbul Modern’de… Küratö…