Ayaşlı ile Kiracıları, Kitap Cumhuriyeti tarafından ücretsiz olarak sunuluyor. Memduh Şevket Esendal… Detaylar Kitap Magazin‘de…
Ayaşlı ile Kiracıları, Kitap Cumhuriyeti tarafından ücretsiz olarak sunuluyor
Erken Cumhuriyet dönemi yazarları arasında önemli bir yere sahip olan Memduh Şevket Esendal’ın “Ayaşlı ile Kiracıları” romanı, önce Vakit gazetesinde tefrika edilir ardından da 1934’te kitap olarak yayımlanır. 1942 CHP Roman Yarışması’nda ise beşincilik ödülünü alır.
Ayaşlı ile Kiracıları romanı, Ayaşlı İbrahim Efendi’nin tek tek odalarını kiraya verdiği bir apartmanda geçer. Romandaki tarih ve yer; edebiyat otoritelerince, bürokratik kurumların varlığı nedeniyle otuzlu yılların Ankara’sı olarak kabul görür.
Ayaşlı ile Kiracıları, kapalı bir toplumdan çağdaş cumhuriyete geçişin ilk sancılarına odaklanır daha çok. Roman anlatıcısının yaşamına değen her birey/kiracı bu hızlı değişimin karakteristik öğeleri konumundadır. Başta sevgisizlik olmak üzere; çıkarcılık, dedikoduculuk, bencillik ve samimiyetsizlikler, toplumsal dönüşümdeki yer yer çürümelerin apaçık göstergesidir. Öyle ki, parasal dürtüler, ahlaki bütün değerlerin önüne geçmekte hatta ikili ilişkilerdeki aşırı ilgisizliği de beslemektedir.
Romanda, genç cumhuriyetin hedeflediği çağdaş toplumsal yapıyı birey olarak bir kişi temsil etmektedir: Romanın anlatıcısı… Adını hiçbir zaman öğrenemeyeceğimiz bu anlatıcı; adil, çalışkan, samimi ve aydın bir insan. Bütün bu olumsuzlukları sorgulayan ve sürekli sorularıyla çıkış arayan…
Yazar da, çağdaşlaşma yolculuğundaki bu tür sancıların “gelip geçici” olduğunu “kiracılar” imgesiyle hissettiriyor aslında…
Kitaptan:
Bu odaya taşındığımın haftasında, bir sabah, işe gitmek için odamdan çıktığım zaman, koridorun loşluğunda, yerde bir kadının yattığını gördüm. Sokuldum. Halide. Bayılmış, yatıyor. Hemen Faika’nın odasının kapısını vurdum. Ayaşlı, Fuat evdeymişler. Koştular, Halide’yi Faika’nın odasına kaldırdık. Biraz sonra ayıldı.
– Bunu bir hekime götürmeli, dedim.
– Evet göstermeli, Fuat gitsin, çağırsın dediler.
Fuat da şapkasını aldı, gitti. Ama ertesi sabah gene ortalıkta dolaşan Halide’den anlıyorum ki: Fuat gitmiş, onların dedikleri hekimi yerinde bulamamış. Haber bırakmış, hekim de şimdiye kadar gelmemiş.
– Seni, ben bir hekime yollasam gider misin, dedim.
– Giderim. Niye gitmeyeyim, dedi.
Halide’nin eline bir mektup verdim, benim en yakın arkadaşım olan Doktor Fahri’ye yolladım. Ertesi gün Fahri bana şu mektubu yazıyor:
“İki gözüm,
Gönderdiğin kadına baktım, bizim mütehassıs arkadaşlara da baktırdım. Çocuk dört aylık kadardır. Düşürmek için anasının içtiği türlü pisliğe, türlü süprüntüye aldırmayarak, yerine oturmaktadır. İyi bakılmak ister. Hastanede kalmak istemiyor. Ben kanı kesmek için ilaç verdim. Çocuğu düşürmek için bana yalvardı. Bundan evvel de bir çocuk düşürdüğünü söylüyor. Ciğerlerinde bir şey yok. Ateşi bugün, yarın düşer, sanırım. Düşmezse gene gelmesini söyledim.
Bu gece bize gel, sana kendi yaptığım şaraplardan içireceğim. En yüksek, Ren şaraplarından daha üstün değilse beş paranı almam. Allah aşkına gel… Tembellik etme, bekliyorum.
Fahri Rıza”
Halide’nin gebe olacağını nedense hiç düşünmemiştim. Bunu Faika’nın bilmesi gerekti; onlar da hiçbir şey açmadılar. Böyle kadını az, erkeği çok bir yerde, tek başına yaşayan genç bir kadını boş bırakırlar mı? Ben bunu bilmeliydim. Ertesi gün Halide odama geldi. Ben daha bir şey açmadan, o sordu:
– Doktor, mektup yazacaktı, ne yazmış, dedi.
– Senin çocuğun varmış da, niye söylemiyorsun, dedim.
-Nesini söyleyeyim? Başıma bir kazadır geldi, dedi, ben onu düştü sanıyordum, düşmemiş. Hekim, görünce anladı.
Biraz durduktan sonra;
– Hekim ne yazıyor, diye sordu.
– Hekim diyor ki, çocuk düşerse, anasını da beraber mezara sokar.