Tarihçi-eğitimci yazar Mehmet Işık, korona virüsünün etkisini gösterdiği şu günlerde, geçmişimizden salgın hastalıkları örnekleri sundu. Mehmet Işık Kitap Magazin okurları için Osmanlı dönemindeki salgın hastalıkları ve Osmanlı Devletinin salgın hastalıklarla mücadele sistemlerini anlattı.
Osmanlı’da Salgın Hastalıklar İle Mücadele Nasıldı?
Türk İslam devletleri, cihan şümul devlet anlayışlarından dolayı geniş coğrafyalara hâkim olmuşlardır. Selçuklulardan sonra Söğüt ve Domaniç bölgesinde kurulan ve kısa sürede Balkanlara geçen Osmanlı Devleti, Kanuni Sultan Süleyman dönemine geldiğinde devletin sınırları doğuda Açe, güneyde Yemen, Batı’da Viyana kapılarına kuzeyde ise Rusya bozkırlarına kadar ulaşmıştı.
Sınırların genişlemesi siyasi, askeri, ekonomik ve toplumsal alanlarda farklı uygulamaları beraberinde getirdi. Suriye topraklarında yaşayan bir Osmanlı vatandaşı ile Budin’de yaşayan Osmanlı vatandaşı aynı devletin tebaası olmasına rağmen devlet adamları uygulamalarda, bölge halkların yapısını, kültürünü ve ahlaki değerlerini göz önünde bulundurarak hareket ettiler.
Osmanlı Tıbba Önem Verdi
Osmanlı idarecileri devlet ilk yıllarından itibaren sağlık sitemine önem verdiler. Selçuklu ve Bizans gibi eski devletlerin sağlık sistemlerini inceletip geliştirilmesine önem verdiler. Anadolu başta olmak üzere Osmanlı coğrafyasının genelinde şifahanelerin kurulmasına özen gösterdiler. Padişahlar, hanım sultanlar, vezirler ve gelir durumu iyi olan devlet adamları şehirlerde Dârüşşifaların kurulmasına öncü oldular. Özellikle Padişahlar olmak üzere devlet adamları, varlıklı aileler kurdukları vakıflar aracılığıyla halka yarar sağlayacak kurumlar tesis ettiler.
Osmanlıda ilk büyük Dârüşşifahane Yıldırım Bayezid tarafından Bursa’da kurulmuştur (1400). Bunu takip eden dönemlerde Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’da Fatih Dârüşşifasını, II. Bayezid Edirne’deki meşhur büyük Dârüşşifahaneyi kurdular. Müzik sesi ve su sesiyle akıl hastalarının tedavilerinin yapıldığı bu Darüşşifahanede, ciddi ameliyatların yapıldığı da bilinmektedir. Aynı külliye içerisine açılan Medrese-i Etibbaâ ise devrine göre çok ileri bir düşüncedir. Bugünkü tıp fakültelerinde verilen tıp eğitiminin sistemli bir şekilde verildiği ilk Osmanlı medresesi burasıdır denilebilir. Medrese çatısı altında çeşitli ilaçların üretiminin yanında çok sayıda tıbbî malzemenin de bu dönemde kullanılmaya başladığı bilinmektedir. Avrupa akıl ve ruh salığı bozulmuş insanların içlerine şeytan girdiği iddiasıyla öldürüldükleri dönemlerde müzik ve sus sesiyle tedavi uygulanması, Osmanlı tıbbiyesinin geldiği ileri seviyeyi göstermesi açısında çok önemlidir. Yine 1550’de Kanuni Sultan Süleyman’ın kurduğu Süleymaniye Dâruşşifahesi, Haseki Hürrem Sultan’ın Haseki Dârüşşifahanesi, Nurbanu Sultan’ın yaptırdığı Valide-i Atik Dârüşşifahanesi gibi Dârüşşifahaler Osmanlı döneminde halk sağlığına verilen önemi göstermektedir. Bu Dârüşşifahalerden bir çoğu Cumhuriyet döneminde de hastane olarak halka hizmet etmeye devam etmiştir.
Osmanlı’da Sağlık Bedavaydı!
Padişahların, valide sultanların, devlet adamlarının ve varlıklı insanların kurdukları vakıflar bünyesinde açtıkları hastanelerde sağlık ücretsizdi. Vakıflar bünyesinde kurulan Dârüşşifahanelerde, Dârüssıhha, Bîmaristan, Dârülâfiye gibi adlarla anılan sağlık kurumlarında ayrım yapılmaksızın herkese sağlık hizmeti sunulurdu. Sağlık hizmetinin yanında ilaç paraları da vakıf gelirlerinden karşılanırdı. Yine hekimlerin ve hasta bakıcıların tüm masrafları vakıf aracılığıyla karşılanır. Ayrıca Dârüşşifahane, Bîmarhane gibi kurumlara gelmek isteyip de gelemeyen insanların yol masrafları karşılanır, onların yanında gelenler de misafirhanelerde misafir edilirdi.
Halkın Sağlığı Takip Altındaydı
Osmanlı Devlet teşkilatında elbette merkezi bir yönetim mevcuttu. Hekimbaşılık kurumu, doğrudan doğruya padişaha bağlıydı. Hekim başının yönetimindeki hekimler özellikle sarayın hizmetindeydiler. Payitahtın sağlığından yine hekimbaşı sorumluydu. Hekimbaşı özellikle payitahtta açılmış olan Dârüşşifahanelerin çalışmalarını kontrol eder, hekimlerin faaliyetlerini yakından takip ederdi.
Hekimler dükkân adı verilen özel muayene dükkânları açabiliyorlardı. Cerrah dükkânları, frengi dükkânları gibi özel muayenehanelerin yanında sınıkçılar, çıkıkçılar, fıtıkçılar gibi dükkânlarda hastalara hizmet verilirdi.
Salgın Hastalık Çıktığında Karantina Uygulanırdı
Osmanlı döneminde savaşlar çok yapılırdı. Savaş meydanlarında kapılan bir hastalığın kısa sürede her yere yayılma ihtimali bulunuyordu. Farklı coğrafyalardan gelen tüccarlar da hastalığın yayılmasına sebep olabilirlerdi. Bu yüzden ordunun içerisinde hekimlerden oluşan bir ekip bulunuyordu. Bunlar sadece savaşta yaralananları tedavi etmekle kalmaz, kalabalık ortamlarda zuhur edecek hastalıklara karşı da pür dikkat davranırlardı. Limanlar, hanlar, medreseler, askeri kışlalar genel olarak yakından takip edilir, en küçük bir hastalık belirtisinde hemen müdahale edilirdi.
Salgın hastalıklara karşı başvurulan en önemli yol temizliğe önem verilmesiydi. Bu yüzden Osmanlı şehirlerinde su kaynakları, su kuyuları, su kemerleri ve hamamlar çok önemli bir yer tutardı. Külliye sistemi çok önemliydi. Kurulan camilerin yanında açılan kütüphaneler, medreseler, aş evlerinin yanında dâruşşifahane ve hamamlar muhakkak yer alırdı. Müslüman halk dinin emri gereği temizliğe önem verirdi. Bu yüzden suyun toplum hayatındaki yeri büyüktü.
Salgın hastalıkların çıkması ve yayılması halinde ise devlet muhakkak karantina uygulardı. Hz. Muhammed’in “Bir yerde veba çıktığını duyanların oraya girmesinler, bulundukları yerde veba zuhur etmesi halinde ise oradan çıkmasınlar.” hadisi çerçevesinde hareket edilirdi. Hastalığa duçar olanlar koruma altına alınır, halk ile temasına müsaade edilmezdi. Lakin hasta oldukları için asla ihmal edilmezler hemen tedavilerine başlanırdı. Vebanın yayılması ihtimaline karşı sokağa çıkma yasakları uygulanır, uymayanlar ağır cezalara çarptırılırdı.
Salgın Hastalıklar Çağı
Son iki asırdır hem dünyada hem de Osmanlı coğrafyasında ciddi salgın hastalıklar ortaya çıktı. 17 ve 18. asırda sıtma, çiçek, frengi, tifüs ve kara veba çok sayıda insanın ölmesine sebep oldu. Özellikle Osmanlıda çiçek aşısının bulunulup kullanıldığı dönemler de Avrupa’da çiçek hastalığından ölen insanların sayısı çok fazlaydı. Osmanlı’da veba hastalığı 1840’lı yıllara kadar görüldü. Bu süreçte devlet karantina uygulamasına önem verdi. Çiçek, sıtma ve veba gibi salgın hastalıkların tedavilerinin yapılır hale gelmesi ve bazı hastalıkların son bulmaya yüz tuttuğu dönemlerde Osmanlı coğrafyasında yeni bir hastalık zuhur etti. Ölümcül salgın hastalıklardan biri olan kolera, 1830’dan itibaren Osmanlı coğrafyasında özellikle İstanbul, İzmir ve Selanik gibi büyük kentlerde görüldü. Savaş meydanlarında askerler arasında kolera, tifüs ve dizanteri gibi hastalıklar yayıldı. Bu durum hem ordu içerisinde hem de şehirler katı karantina uygulamalarına geçilmesine vesile oldu. Payitahta padişah, şehirlerde valiler karantinanın ve tecrit uygulamasının bizatihi takipçisi oldular. Halkın iyileşmesi için çaba gösterirlerdi. Sultan II. Mahmut döneminde 1838 yılında kurulan Meclis-i Tahaffuz sonraki yıllardaki karantina nezaretinin oluşturulmasında öncü oldu.
Şehremini (Belediye Başkanları) Şehrin Temizliğinden ve Karantina Uygulamasından Sorumludur
Osmanlı Devleti’nde ilk zamandan itibaren subaşılar ve şehremini adı verilen belediye başkanları şehrin güvenliği ve temizliği hususunda tam yetkili kişilerdi. 1854 yılından itibaren İstanbul’da kurulmuş olan Şehremaneti eski olan uygulamaların daha kurumsal hale getirilmesi anlamı taşıyordu. Şehrin temizliği, su v kanalizasyon gibi insan sağlığını doğrudan etkileyecek alt yapı işlerinden sorumluydular. Şehir merkezlerinde ve kenar mahallelerde hastalıkların yayılmaması için gerekli takibi yaparlardı. Salgın hastalık döneminde esnafın stokçuluk yapmasına fırsat verilmezdi. Şehremanetinin tespit ettiği bir vaka olursa bu işlerle uğraşanlar çok ağır cezalara çarptırılırdı.
Karantina Döneminde Yardımlaşma
Şehirlerde bir mahalle veya semt vebadan yahut bir başka salgın hastalıktan dolayı karantinaya alınmışsa o bölgenin tüm ihtiyaçları devlet tarafından sağlanırdı. Yardımlaşmayı bir dini vecibe olarak gören Osmanlı halkı, elindeki imkânlar ölçüsünde salgın hastalıkla mücadele edilen bölgelerdeki insanlara yardım toplar devlet eliyle ulaştırırlardı. Şehremaneti, devlet imkânlarını dağıttığı gibi halktan gelen yardımları da kontrollü bir şekilde karantina bölgesine ulaştırır, hastalıkla mücadele eden halkın açlık ve sefalete düşmemesi için gerekli çalışmaları yaparlardı.
Tarihten Ders Almalıyız!
Altı asır dünyaya hükmetmiş Osmanlı Devleti’nin inşa ettiği kültür ve medeniyeti iyi okumak, tarihten ders çıkarmak gerekiyor. Osmanlı toplumunun yaşayışından, sosyal hayatından, eğitim sisteminden, sağlık sisteminden haberdar olmak, eski zamanlarda salgın hastalıklarla nasıl mücadele edildiğini bilmek içinden geçtiğimiz şu zorlu süreçte bugünleri anlamamıza ve zor günleri geçirmemizde bizlere yarar sağlayacaktır.
Mehmet Işık Kimdir?
Mehmet Işık 1982 yılında Kahramanmaraş’ta dünyaya gelmiştir. İstanbul Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü ve İstanbul Üniversitesi, Hasan Ali Yücel Eğitim Fakültesi Sınıf Öğretmenliği bölümlerinden mezun olmuştur.
Aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsünde, “Özel Eğitim Kurumlarında Tarih Dersi ve Önemi” adlı teziyle yüksek lisans eğitimini tamamlamıştır. Akademik çalışmalarına kısa bir süre ara vererek çeşitli özel kurumlarda tarih ve sınıf öğretmeni olarak görev yapmıştır. Şu ana kadar tarih alanında birçok kitap kaleme almış olan yazar kitap çalışmalarına devam etmektedir.
Tüm kitaplarını incelemek ve satın almak için tıklayınız!